Sinema ve Rüyalar Arasında: David Lynch’in Bıraktığı İz

5–7 dakika

15 Ocak’ta David Lynch’in vefat haberini öğrendiğimde, içimde garip bir boşluk oluştu. Filmlerine yansıttığı “rüya mantığı” denilen o tuhaf labirenti, bize alışılmadık bir şekilde açan ender sanatçılardandı. Filmlerinde gerçek ve hayal dünyasının iç içeliği ile kurduğu dünyada, bazen izlediğimi anlamanın yolu, kendi rüyalarımı hatırlayarak bağlantı kurmaktan geçer gibi hissederdim. Üretkenliği, cüretkâr hayal gücü ve sıra dışı yöntemleriyle sinema dünyasında kendine özgü, ayrı bir kulvar açtığına inanıyorum.

Kaynak: theguardian.com

Bilinçaltının Büyüsü ve Lynchvari Atmosfer

Kendimi bildim bileli, bilinçaltımıza dair hikâyeler beni büyülemiştir. Öyle anlar oluyor ki, sıradan bir sokağı, sıradan bir binayı bile Lynchvari bir atmosfer içinde düşünüp, gerisinde hangi hikâyelerin saklanabileceğini merak ederim. İşte tam da bu yüzden, onun dünyasına girmek benim için bir sığınak gibi oldu. Bu sığınak, hem karanlık hem de aydınlık öğelerle dokunan, insan doğasının hem gölgeli yanlarına hem de kırılgan, sevgi dolu yönüne ayna tutan bir kaçış alanıydı.

Kariyeri boyunca Lynch, çarpıcı imgeler ve sembollerle karşımıza çıktı. Onun filmlerini izlerken, zaman zaman gerildim, zaman zaman hüzünlendim, az da olsa, bazen sebepsiz yere gülümsedim. Bu duygusal iniş çıkışlarla dolu izleme deneyimi, onun filmlerinin bazı eleştirmenler tarafından “anlaşılması güç” olarak nitelendirilmesine sebep olsa da bence Lynch’in asıl yapmak istediği, hepimizin içindeki o “anlam arayışı”na ufak bir çomak sokmaktı. Toplum ve insan doğası üzerine gizli kalmış gerçekleri sıra dışı kurgularla ortaya çıkarmaktan çekinmeyen bir rahatsız edişti yaptığı.

Kaynak: vogue.com

Bugün, geriye dönüp baktığımda, benim için özellikle üç filmi — The Elephant Man, Blue Velvet ve Mullholand Drive — onun yaratıcılık yolculuğunu tüm boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

The Elephant Man: İnsan Kavramı Üzerine

Lynch, bağımsız ve deneysel projesi Eraserhead ile ilk çarpıcı çıkışını yapmış olsa da, kendisinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan film The Elephant Man oldu. Viktorya dönemi İngiltere’sinde, John Merrick’in yaşadığı gerçek hikâye etrafında şekillenen bu filmin beni en çok etkileyen yanı “insan” kavramını yeniden düşünmeye davet etmesiydi.

John Merrick’in ağır deformasyonlarla yaşadığı zorluklar, masumiyeti ve toplumun ona yönelttiği yargılayıcı sert bakışlar, beni saran bir hikâyeye dönüştü. Lynch, burada onda görmeye alışık olduğumuz soyut ve rahatsız edici sahnelere ara verip, bambaşka bir duygu yoğunluğunu gözler önüne seriyor.

Filmin siyah-beyaz çekilmesi, Merrick’in acısını ve yaşadığı çaresizliği çok daha sert bir şekilde gözler önüne sermeye yardımcı oluyor bence. Işık ve gölgenin birbiriyle olan dansı, sanki Merrick’in ruh hâlini yansıtıyor. Bu estetik seçim, aynı zamanda geçtiği dönemin atmosferini de daha gerçekçi kılıyor.

The Elephant Man | Kaynak: theguardian.com

The Elephant Man, birçok dalda Oscar adaylığı alarak tam anlamıyla bir fenomene dönüştü. Toplumun “farklı” olandan korkma eğilimini, Merrick üzerinden öyle çarpıcı biçimde sergiliyor ki, film aynı zamanda fiziksel zorlukları olan bireylerin sinemada nasıl temsil edilmesi gerektiğine dair önemli tartışmaların önünü de açmış oldu. Merrick’i acınacak bir figür şeklinde sunmak yerine, onun hak ettiği saygıyı görmesini dile getiren, onurlu bir karakter olarak çizdi.

Blue Velvet: Amerikan Rüyasının Altındaki Karanlık

The Elephant Man’in duygu yüklü sularında gezinirken, Blue Velvet ile Lynch’in “rahatsız edici” sularına da geçelim. İlk izlediğimde, pastel renkli banliyö ortamının içinde aniden beliren bir kesik kulak görüntüsü, beni koltuğuma çivilemişti. Bu kadar sakin ve neredeyse “kusursuz” görünen bir dünyanın hemen altındaki karanlığı böylesine çarpıcı anlatmasından çok etkilenmiştim. 

Lynch, Blue Velvet’te Amerikan Rüyası’nın nasıl bir illüzyon olabileceğini işliyor. Görünürde mükemmel aileler, bakımlı çimler ve şirin evlere yakından bakınca o çimlerin arasında bambaşka bir dünyanın varlığını keşfediyoruz. Jeffrey Beaumont karakteri de tıpkı izleyici gibi saf merak duygusuyla karanlık bir dünyanın kapısını aralıyor. Bu dünyada, şiddet, saplantı ve korku kol kola ilerliyor.

Blue Velvet | Kaynak: metrograph.com

Lynch için rüya ve hayal mantığı, masalsı bir atmosfer yaratmanın ötesinde, gerçekliğin katmanlarını sorgulatmak demek. Bu filmde de, gerilim anlarına eşlik eden beklenmedik müzikler, absürt mizah unsurları ve tuhaf diyaloglar, izleyiciyi sürekli bir tedirginlik hâlinde tutuyor. Aynı anda hem korku hem de merak hissi yaşamak, Blue Velvet’in alametifarikası diyebilirim.

Lynch’in Hayalin İçinde ve Ötesinde Oluşturduğu Atmosfer

David Lynch’in eserlerinde beni en çok şaşırtan şey, her filminde hissettiğim o bilinçaltı dürtü oldu. Hayaller, kabuslar, anlaşılamayan semboller… Hepsi, insan doğasının karanlık veya itiraf edilemeyen yönlerini bir ayna gibi yansıtıyor. İzlerken bazen bir şeyler anlamıyormuş gibi hissediyorsunuz ama aslında anlamanız da gerekmiyor, hissetmeniz yeterli. Onun filmlerini asla “öylesine” izleyemezsiniz. İçinizde bir yerde hissedersiniz, sanki kendi rüyalarınız perdeye yansımış gibi.

Lynch’in, gerilim yaratma konusunda oldukça usta olmasının yanında, incelikli bir mizah anlayışını da filmlerinde görebilirsiniz. Bu beklenmedik mizah, onun filmlerini izlerken bende korku unsurunu daha da tetikleyerek çelişkili duygular yaratıyor itiraf etmem gerekirse. Aslında yönetmenin yapmak istediği de buydu sanırım: duygusal konfor alanımızı sarsarak, bilinçaltımızda gezintiye çıkmak.

Kaynak: latimes.com

David Lynch Hakkında Az Bilinen Gerçekler

Sinemasından bahsetmişken, biraz da onun hakkında az bilinen gerçeklerden bahsetmek istedim, bu özellikleriyle eserlerini yorumlamanın daha da anlamlı hale geleceğini düşünüyorum. 

Resim ve Sanat Öğrenimiyle Başladı

Yönetmenlikten önce, Lynch resim ve illüstrasyon eğitimi aldı. Hatta film kariyerine adım atmadan önce kendisini tam anlamıyla bir ressam olarak tanımlıyordu. Sanata olan bu ilgisi, filmlerindeki görsel kompozisyonlarda ve sembolik betimlemelerde açıkça görülüyor.

Transandantal Meditasyon Savunucusu

Lynch, Transandantal Meditasyon pratiğini düzenli olarak uyguluyordu ve yararlarını anlatan “David Lynch Foundation” adlı bir vakıf dahi kurdu. Bu meditasyon pratiğinin, Lynch’in sürreal ve rüya benzeri sinema diline etkileri olduğu sık sık dile getirilir.

Kaynak: scmp.com

Kendine Özgü Bir Kahve Tutkusu Vardı

David Lynch, kahveye olan tutkusuyla da tanınırdı. Uzun set günlerinde sürekli kahve tükettiği bilinir. Bu tutku öyle boyutlara ulaşmış ki, bir dönem “David Lynch Signature Cup” adını taşıyan kendi kahve markasını yaratmış.

Müzik Albümleri de Çıkardı

Sinemadaki başarısının yanı sıra, Lynch müzikle de ciddi şekilde ilgileniyordu. Kendi bestelerini ve sözlerini içeren albümler çıkardı. Kendi eserlerindeki ses tasarımlarının bu kadar çarpıcı olmasında da müzikal yeteneğinin payının olduğunu düşünüyorum. 

Kafka ve Francis Bacon’dan Esinlenmeler

Lynch, özellikle Franz Kafka’nın öykülerinden ve ressam Francis Bacon’ın çalışmalarından beslendiğini pek çok söyleşisinde dile getiriyor. Kafka’nın karanlık ve absürt dünyasıyla Bacon’ın rahatsız edici ama büyüleyici görsel dili, Lynch’in sinemadaki sürreal yaklaşımlarına ilham olmuş gibi duruyor.

Kaynak: vanityfair.com

Sürpriz Cameo Görünümleri

Alfred Hitchcock gibi bazı ünlü yönetmenlerde gördüğümüz cameo (kısa görünme) geleneğini Lynch de devam ettirdi. Filmlerinde zaman zaman kendisini küçük rollerle görmeniz mümkün. Bu küçük sürprizler, Lynch hayranlarının filmi daha da dikkatli izlemesine sebep oluyordur eminim.

Bir Efsanenin Ardından

Bugün, David Lynch’i hayatın sahnesinden uğurlarken, sadece onun eserlerinin değil aynı zamanda iç dünyasının da nasıl bir zenginlik barındırdığını hatırlamak güzel. Onun ardından geriye kalan, modern sinemayı derinden etkilemiş bir miras. Lynch’in filmleri, sinemanın sadece “anlatı” değil, aynı zamanda bir “hissetme” alanı olduğunu kanıtladı.

David Lynch’e duyduğum hayranlığımın, onu anladığımı iddia etmekle ilgisi yok. Tam tersine, onu anlamaya çalışırken çıktığım yolculuk, kendimi keşfetmeye yönelik bir yolculuğa dönüştü. 

Lynch ile diyalogumuz bıraktığı filmler vasıtasıyla devam edecek. Belki de onu anmanın en iyi yolu, onun gibi merak duygusunu yitirmeden, rüyalarımızın ve iç dünyamızın bizi götüreceği yerlere cesaretle gitmekten geçiyor, ne dersiniz? 


Yeni yazıların e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Bizi Instagram’da Takip Edin!

AliveSouls'a ücretsiz abone olun!

Güncel yazılardan ve haftalık bültenden anında haberdar olmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin