Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olan Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanan, geçtiğimiz günlerde düzenlenen Oscar töreninde başta En İyi Film olmak üzere 5 dalda ödüle layık görülen Anora, sinema kritiklerinin kalemini yıl boyunca sıkça meşgul etti. Sean Baker’ın yönetmenliğini üstlendiği bu filmi mercek altına aldık.

Klasik Bir Masal Değil, Sınıf Çatışmasının Sert Gerçekleri
Film, bana göre yaygın yazılanın aksine geleneksel bir “külkedisi masalı” anlatısından ziyade, modern kapitalist toplumun derinlemesine sınıf çatışmalarını ve bu çatışmaların bireyler üzerindeki yıkıcı etkilerini ortaya koymasıyla öne çıkıyor. Neoliberal dünya düzeninde, sınıflar arası makasın açıldıkça açıldığı, sınıf atlamanın belki en çok sosyal medya kaynaklı cazibesinin katbekat arttığı dünyamızda bu konu daha çok su kaldırıyor. Buradaki ayrım derinleştikçe, bu konudan hareketle üretilmiş işler son yıllarda en çok tartıştığımız temalar oluyor (Parazit filmini nasıl da konuşmaya doyamadığımızı hatırlayalım).
Gelelim filmimize… Film, Brooklyn’in marjinal kesimlerinde yaşayan genç bir seks işçisi olan Anora’nın, zenginlik ve ayrıcalık dünyasından gelen Vanya ile tanışmasıyla başlayan hikâyeyi, toplumsal adaletsizlik ve sınıf uçurumunun dramatik bir örneği olarak sunuyor.
Sınıf Uçurumu ve Karakterlerin Sosyal Konumları
Filmde, Anora’nın yaşadığı ekonomik zorluklar ve sosyal dışlanmışlık, onun hayatının ana ekseni haline geliyor. Anora, para kazanmak için bedenini kullanmak zorunda kalan bir karakter olarak, toplumun en alt tabakalarının yaşadığı güçsüzlüğü ve çaresizliği simgeliyor.

Öte yandan, Vanya’nın ve ailesinin sahip olduğu sınırsız maddi imkanlar, modern kapitalizmin yarattığı uçurumu açıkça gözler önüne seriyor. Vanya’nın, babasının servetine ve ailenin beklentilerine bağlı olarak şekillenen sorumsuz davranışları, zenginlik içinde büyümenin getirdiği benmerkezcilik ve olgunlaşmamışlıkla ilişkilenirken, Anora’nın yaşadığı hayat ise gerçek ve acımasız bir mücadeleyi temsil ediyor. Bu karşıtlık, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda toplumun genelinde var olan sistemsel eşitsizliğe dair güçlü bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor.
Sean Baker’ın Gerçekçi Sinema Dili
Sean Baker, Anora’da karakterlerin içsel dünyalarını ve yaşadıkları çevrenin sert gerçeklerini yansıtmak için minimalist bir anlatım ve gerçekçi görsellik tercih ediyor. Baker, özellikle sınıf çatışmasının yarattığı sosyal gerilimi, karakterler arasındaki diyaloglar, mekan seçimi ve görsel kompozisyonlar üzerinden ustaca işliyor. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum, sadece ekonomik farklılık olarak değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal değerlerdeki çatışma biçiminde de kendini gösteriyor. Bu bağlamda, Vanya’nın ailesinin müdahaleleri, zenginliğin verdiği güç ve baskıyı simgelerken, Anora’nın direnişi ve içsel mücadelesi, alt sınıfın sistem karşısındaki savunmasızlığını gözler önüne seriyor.

Modern Kapitalizme Sert Bir Eleştiri
Film, ekonomik sınıflar arasındaki uçurumu, para ve ayrıcalık karşısında insan onurunun nasıl değersizleştiğini sorgulatıyor. Anora’nın, kendini değersiz hissetmesine neden olan toplumsal yapı ve Vanya’nın bu yapının koruyucu unsuru olarak sunduğu “iyi hayat” beklentisi, seyirciye sistemsel eşitsizliğin insani bedellerini hatırlatıyor. Böylece film, kapitalizmin yarattığı sınıf ayrımcılığına dair keskin bir sosyal eleştiri getiriyor. Zenginliğin ve ayrıcalığın getirdiği güç dengesizliği, modern toplumda bireylerin yaşamlarını nasıl şekillendirdiğini net bir biçimde ortaya koyuyor.
Anora, modern Amerikan toplumunun iki uç noktasını dramatik bir şekilde bir araya getirirken, sınıf çatışmasının getirdiği acı gerçekleri daima merkezde tutuyor. Sean Baker’ın gerçekçi anlatım tarzı ve karakter derinliği, filmi sadece bir aşk hikâyesi olmaktan çıkarıp, toplumsal adaletsizlik ve sistemsel eşitsizlik üzerine düşündüren, güçlü bir sosyal eleştiriye dönüştürüyor. Bu yönüyle Anora, seyirciyi hem duygusal hem de entelektüel olarak meşgul eden, çağdaş dünyanın çarpıcı bir panoramasını sunuyor.
Oscar Ödülleri’nde Anora’nın Büyük Zaferi
Anora, Altın Palmiye zaferinin ardından Oscar gecesine de damgasını vurdu. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Özgün Senaryo ve En İyi Kurgu dahil olmak üzere toplam beş ödülle ayrılan film, Sean Baker’ı dört Oscar kazanan ilk isim yaparak tarihe geçirdi. Filmin başrolündeki vegan oyuncu Mikey Madison da En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü.

Yorum bırakın