Cins Hayvan Tercihine Psikanalitik Bir Bakış

4–7 dakika

Barınaktan hayvan sahiplenmek genellikle vicdanlı bir davranış olarak görülür. Ama dikkat çekici bir durum var: insanlar barınaktan sahiplenecekleri hayvanlarda bile çoğunlukla cins olanları tercih ediyor. Yani amaç her zaman yalnızca bir cana yuva açmak değil, belirli fiziksel ya da karakter özelliklerine sahip, öngörülebilir bir hayvana sahip olma arzusu da devreye girebiliyor. Hatta bazıları barınağa “özellikle şu cins olsun” niyetiyle gidiyor. Bu durum, sahiplenme davranışının arkasında koşulsuz sevgi değil, belirli beklentiler ve arzuların da yer aldığını düşündürüyor. Peki, bu yalnızca bir “beğeni” meselesi mi? Yoksa daha derin, bilinçdışı nedenler mi var?

Cins hayvanlar belli özelliklere sahip. Görünüşleri düzenli karakterleri genellikle tanımlı, dışarıdan bakıldığında daha bakımlı duruyorlar. İnsanlar böyle hayvanlarla kendini daha iyi hissedebiliyor. Dışarıda yürürken dikkat çekmesi, sosyal medyada güzel çıkması ya da çevrede temiz, kaliteli hayvan algısı yaratması gibi şeyler devreye giriyor. Bu noktada sevgiyle karışan başka duygular oluşuyor olabilir. Beğenilme arzusu, estetik takıntısı, görünürlük ihtiyacı…

Bilinçdışı Seçimler, Bastırılmış Duygular

Freud’a göre insanlar çocukluktan itibaren bazı duygularını bastırır. Bu bastırılan duygular yok olmaz, bilinçdışına yerleşir ve zamanla başka şekillerde ortaya çıkar. Mesela çocukken sık sık ebeveyn kavgasına tanıklık eden biri, yetişkinliğinde sessiz, huzurlu bir köpeğe karşı derin bir yakınlık hissedebilir. Dışarıdan bakıldığında bu sadece bir tercih gibi görünür ama aslında geçmişteki duygusal karmaşanın yerine bir denge yerleştirme çabası olabilir. Kişi o hayvanda bastırdığı bir huzur ihtiyacını buluyor olabilir. Bu tercih bilinçli bir karardan çok, bilinçdışının etkisiyle şekillenmiş olabilir.

cins hayvan sahiplenme sokak hayvanı sahiplenme
Photo by Aleksandr Nadyojin on Pexels.com

Başka bir örnek olabilir. Kendimize duyduğumuz hayranlığı ya da değerli hissetme ihtiyacımızı, dış dünyada ideal olarak gördüğümüz bir şeye yani bir cins hayvana yöneltmiş olabiliriz. Bu hayvan aracılığıyla kendimizi yüceltmeye ve kafamızda taşıdığımız ideal benlik imajına yaklaşmaya çalışıyor olabiliriz. Bu yönelim, geçmişte yeterince görülmemek ya da onaylanmamakla ilgili bir eksiklik duygusuyla ilişkili olabilir. Belki de bu hayvan üzerinden, kendimize verilmeyen bir değeri dışarıdan almaya çalışıyor olabiliriz. Elbette psikanaliz, tek yönlü neden sonuç ilişkilerinden çok, bireye özgü ve çok katmanlı içsel dinamikleri esas alır. Bu örnek de yalnızca olası bir yönelimi göstermek için paylaşılmıştır.

Freudyen Bakış Açısı

Freud buna arzu nesnesi der. İnsan çoğu zaman neye gerçekten ihtiyaç duyduğunu bilmez. Ama içten içe bir eksiklik hisseder ve bu eksikliği tamamlayacak bir nesne arar. Hayvan burada bir dost değil, bir anlam taşıyıcısı olabilir. Sakinliği, zarafeti ya da görünüşüyle geçmişteki bir duyguyu temsil edebilir. Bu temsil süreci çoğu zaman bilinçdışı bir şekilde işler.

cins hayvan sahiplenme sokak hayvanı sahiplenme
Photo by Hanifi Saru0131kaya on Pexels.com

Çoğu zaman insanlar sadece köpek ya da kedi istiyorum demez, daha çok Golden istiyorum ya da Scottish Fold arıyorum gibi belli bir cinsi özellikle talep eder. Bu artık sadece fiziksel bir beğeni değil. Bilinçdışındaki bir arzuya belli bir yön vermek olabilir. Freud’un aktarım dediği kavram da burada devreye girer. Geçmişte bir kişiye duyulan duygu, başka bir şeye, bu durumda bir hayvana aktarılabilir. Belki Golden Retriever, babadan hiç alınamayan bir güven duygusunu temsil ediyordur. Belki Scottish Fold, çocuklukta özlemi çekilen bir şefkati çağrıştırıyordur. Dışarıdan bakıldığında sadece hayvan seçmiş gibi görünürüz ama aslında iç dünyamızdaki boşlukları bilinçdışı düzeyde doldurmaya çalışıyor olabiliriz.

Tıpkı bir çocuğu evlat edinmek isteyen birinin mavi gözlü, açık tenli, yüzü düzgün gibi estetik taleplerle gelmesi gibi. Böyle bir durumda evlat edinme kurumları bu kişiye büyük ihtimalle sert bir tepki gösterir, çünkü çocuk bir eşya ya da estetik bir obje değil, hakları ve kişiliği olan bir bireydir. Bu isteklerin ardında yatan mantıksızlık ortadadır. Bir çocuğu bu ölçütlerle değerlendirmek ne kadar sorunluysa, başka bir canlıyı da benzer estetik beklentilerle seçmek o kadar sorgulanmalıdır. Ama konu hayvanlara gelince aynı ölçütleri belirtmek daha doğal görülür. Bu da sahiplenmenin koşulsuz sevgiden ziyade, zaman zaman kişisel arzulara ve estetik takıntılara hizmet ettiğini gösterir.

cins hayvan sahiplenme sokak hayvanı sahiplenme

Sahiplenme Davranışındaki Çelişki

Sokak hayvanlarına yönelik uygulamalara sosyal medyada tepki gösteren birçok insan görüyoruz. Ama aynı kişiler evlerinde çoğunlukla cins köpek ya da kedi besliyor. Hatta bazıları, köpeklere yönelik toplama ya da itlaf gibi uygulamalara aktif şekilde karşı çıkarken, aynı anda evinde cins bir hayvanla bu duruma tepki gösteriyor. Bu bir çelişki değil mi? Bir yanda sokak hayvanlarının korunmasını savunmak, diğer yanda yalnızca belirli özelliklere sahip olanları evine almak. Sokaktaki hayvana üzülüyoruz ama evimize almak istediğimiz onlar değil. Burada vicdan ve imaj arasında sıkışmış bir tercih görüyoruz. Sokaktan gelen hayvan bize ne çıkacağı belli olmayan bir his veriyor. Ama cins olan tanıdık, öngörülebilir, güvenli. Bu da bizi duygusal olarak daha rahat hissettiriyor.

Bazı insanlar sahiplendikleri hayvanı anlatırken şu cinsle şu cinsin kırması diye tarif ediyor. Bunu neredeyse bir kalite ölçüsü gibi söylüyorlar. Ama aynı şeyi bir insan için kullansak büyük bir rahatsızlık yaşarız. Çünkü bunun ayrımcılık olduğunu biliriz. Ama hayvanlar için bu dili kullanmak halen olağan kabul ediliyor. Bu da hayvana bakışımızda halen eşitlikten uzak, nesneleştirici bir yön olduğunu gösteriyor.

cins hayvan sahiplenme sokak hayvanı sahiplenme
Photo by Mia X on Pexels.com

Ayrımcılığın Sessiz Devamı

Tarihte insanlar arasında da bu tür ayrımlar vardı. Soylular, köleler, alt sınıflar… Zamanla bu ayrım ortadan kalktı ama insanların bakış açısı kolay kolay değişmiyor. Belki şimdi aynı şeyi daha sessizce yapıyoruz. Hayvanlara yüklenen asil, saf, kırma, değersiz gibi sıfatlar, eskiden insanlara yöneltilen ayrımcı etiketlerin devamı gibi duruyor. Kölelik kalktı ama sahiplik halen yaşıyor. Bu sefer hayvanlar üzerinden.

Bu elbette cins hayvanlar sahipsiz kalsın ya da onlara sevgi duyulmasın demek değil. Ama gerçekten koşulsuz sevgiye yaklaşan bir örnek vermek gerekirse, kimi zaman sokaktan, kirli ya da davranışsal olarak zorlanmış bir köpeği ya da kediyi sahiplenmek olabilir. Cinsi net değildir, geçmişi belirsizdir, huyu zamanla tanınır. Sahiplenen kişi, bu hayvandan estetik bir karşılık beklemez, onu bir imaj nesnesi olarak görmez. Sadece onun bir canlı olduğunu ve yaşama hakkı bulunduğunu bilir. Bu, sevginin daha saf bir biçimi olabilir. Onlar da biricik canlılar. Buradaki mesele, tercihlerin ne kadar görünür nedenlerle değil, bilinçdışı süreçlerle şekillendiğini fark edebilmek. Cins hayvanlarla kurulan bağın kendisi değil, bu bağın hangi psikolojik ihtiyaçlara hizmet ettiği üzerine düşünmek bu yazının niyeti.

cins hayvan sahiplenme sokak hayvanı sahiplenme
Photo by Jhency Xang on Pexels.com

Neyi Sahiplenmendiğimizi de Sorgulamak

Tüm bunlar hayvanlara karşı duyulan bağlılığın ne kadar koşullu hale geldiğini gösteriyor. Sevgi gibi görünen bu bağ, çoğu zaman estetik tercihlerle, sosyal imajla ve geçmişte yaşanmış ama tamamlanmamış duygularla şekilleniyor olabilir. Freud’un söylediği gibi, insan çoğu zaman neyi neden arzuladığını bilmez. Ama içindeki boşluğu dolduracak bir simge arar. Şu cins olsun derken, belki de bir hayvandan çok, bilinçdışında yarım kalmış bir duygunun peşinde olabiliriz.

Bu yazı bir eleştiri değil. Sahiplenmek güzel. Ama bazen asıl mesele, neyi sahiplendiğimiz değil, neyi sahiplenmediğimizdir…


Yeni yazıların e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Bizi Instagram’da Takip Edin!

AliveSouls'a ücretsiz abone olun!

Güncel yazılardan ve haftalık bültenden anında haberdar olmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin