Editörün notu: AliveSouls’ta genellikle dingin anlatılarla buluşmaya alışkınsınız. Ama bugün sahnede başka biri var: tiyatro, göçmenlik ve vegan ebeveynliğe bol mizah ve uykusuzluk ekleyen yeni yazarımız Vegan Baba. Tanışma röportajı gibi başlayan bu yazı; şakasına ciddiyet, ciddiyetine şaka bulaşmış eğlenceli bir deneme (Hatta bu yazıyı taslak olarak kaydetmek isterken, AliveSouls’tan tüm abonelere “Tanışalım mı?” diye mail göndermişti). Şimdi koltuğunuza yaslanın ve düzenlerken beni en çok güldüren bu yazıya kendinizi bırakın!

Hellolar! Nabersiniz? Evet, “Kim bu şimdi damdan düşer gibi?” diye dediğinizi duyar gibiyim (Yazar burada aslında “Tahmin ediyorum” demeye çalışıyor, öyle olur diye düşünüyor yani). Henüz samimiyet kurulmadığı için kim olsa böyle düşünürsünüz, diye düşünüyorum. O yüzden siz sevgili AliveSouls takipçilerine hem kendimi tanıtan hem de yazar narsizmimi ortaya koyan, kendi kendimle biraz yazılı “mockumentary” tadında (Şakasel diyebilir miyiz? Deriz tabii, kim buna engel?) bir röportaj yapayım dedim. Buyursunlar…
Sevgili Vegan Baba, hoşgeldiniz!
Hoş bulduk! Siz de hoş geldiniz sevgili AliveSouls birey.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben vegan, tiyatrocu, göçmen, 1 kedi, 1 köpek, 1 de insan babası, Canımkarım’ın kocası, zaman zaman da bazı bireylerin arkadaşıyım.
Peki önce şunu netleştirelim: Vegan Baba sizin gerçek kimliğiniz mi, yoksa sadece alt kimliklerinizin en uykusuzu mu?
Eğer başıma bir şey gelmeyecekse, uyku abartılmış bir balondur (Histerik bir şekilde gülerek). Yani, özellikle ilk aylarda yaşanan, gündüz açık gözle görülen hayaller, yanı başımızdaki Canımızyavrumuzu evin içinde aramalar, zaman kavramının tamamen yok olması, nice halüsinojen maddenin veremeyeceği hisler… Herkese tavsiye ederim. Yani isteyen herkese. Ve doğrudur. Vegan Baba en uykusuz alt benliğimdir (Amma kafalar nasıl güzel!).

Fransa’ya neden geldiniz ve neden hala geri dönmediniz?
Valla Vegân yiğenim, Veggânım, kurulu düzenimiz olmasa… Aslında bakma yani, burada öyle şeyler yok yani (ne gibi şeyler?).
Fransa’da veganlık desem, ne dersiniz peki?
Kocaman bir köy Fransa. Hâlâ mektupla haberleşiyorlar. Dilekçe tutkunu bir toplum. Dilekçesiz duramıyorlar. Ekmeği bile dilekçeyle alıyorlar. Bir arkadaşına mesaj atacak, bir şey soracak, dilekçe formatında. Genel olarak hayatı bir dilekçe tadında yaşıyorlar. Daha beş yıl önceye kadar banka kartıyla ödeme yapmak nedir bilmiyorlardı bu marabalar. Çek yazıyorlardı. Çek. Bildiğin çek. Not Çekoslovakya. Düz çek ya! Yahu çek işte!
Böyle bir atmosferde veganlık adına çok bir şey beklememek lazım. Yapmak isteyen büyük şehirlerde rahatlıkla yapabilir bu sporu, ancak biz Canımkarım’la işimiz gereği Fransa’mızın 100 nüfuslu mezralarına bile gidiyoruz. İnternet gelmiş. Elektrik alt yapısı şahane. Yollar mis. Ancak veganlık konsepti gitmemiş. Çok uzaklar konuya. Hani empati kurmadan önceki aşamaya daha gelmemişler. O yüzden can dostumuz konserve burada. Canımızkonserveler.
Konservatif bir yanınız var. Anlıyorum. Fransa’daki çoğu göçmenin de en büyük sorunu bu zaten. Peki Mutlak Veganlık mümkün mü?
Mutlaka.

Mutlak. Mutlaka. Kelime oyunlarını seviyor gibisiniz. O halde şöyle soralım: bir uçurumun kenarındasınız, baba tarafınızı mı, yoksa vegan tarafınızı mı uçuruma atardınız?
Köpek eğitmeni tarafımı. Ya da erkeklik ya… Erkeklik diyorum. Bunun doğru cevabı var mı emin değilim ama erkeklik heralde.
Ben ise burada varoluşsal bir açmaz görüyorum. Peki alt değiştirme sırasında yaşadığınız en varoluşsal sorgulama neydi?
Kaka. Bu kadar kakayı napıyoruz? Noluyor yani bu kadar kaka? Bir de uzun süre kakadan okuyabiliyorsunuz çocuğun halini ahvalini. Telefonun galerisi türlü kaka fotoğraflarıyla dolu. Allah sizi inandırsın (Telefonundan kaka fotoğrafları göstermeye yeltenir).
Peki aynı Allah, köpeğinize vegan mama da verdiğinize bizi inandırsın mı? (Manidar bakar, şimdi köşeye sıkıştırdımcasına)
Ay nolur inandırsın! Lütfen! Markasının söylenişi Türkçede daha tuhaf anlamlara gelebilir. Mama endüstrisi bambaşka bir endüstri. Bir hayvanın eşliğiyle dopamin depolarımızı full’lerken, o süre boyunca başka hayvanların ölmesine göz yumamazdım. Bir dakika ya! Neden ciddi konuşmaya başladım ben birden? Açılın, ben tiyatrocuyum! Burada şakaları ben yaparım!

Ooo… Tiyatrocu, yazar, mizahşör, aktivist… Ne kadar kolay insanın kendisine bazı etiketleri takması! Peki resmi olarak hangisi yazıyor kimliğinizde?
E hiçbiri. Genel olarak ben neysem oyum. Neşem, oyun. Dünya oyun alanımız olsun ya. Değil mi? Hem ne demiş, üstad Şekspir… “Dünya” demiş, “bir sahnedir”…
(Uzun bir sessizlik)
Evet. Teşekkür ediyorum kıymetli vaktinizi ayırdığınız için.
Ben teşekkür ediyorum.

Yorum bırakın