İnsan-Harici Hayvanların Bedensel Alanı: Etik Çelişkiler

2–4 dakika

Beden, bireysel bir kavram olduğu kadar toplumsal bir kavramdır. Beden üzerinden açık ya da örtük inşalar oluşur. Bu inşalar, bedenin olması gerektiği şekilde sergilenmesi için birer norm niteliği taşır. Ancak beden sadece insanların değil; hücre yapısı, acıyı duyumsama ve hissedebilme kapasitesiyle diğer hayvanların da sahip olduğu bir olgudur. Peki, onların bedenleri hakkında da toplumsal alanda kabul edilen yargılar var mıdır? Kaçınılmaz bir gerçektir ki, bu yargılar insanın olduğu her yerde yaşamını sürdürmektedir.

Hayvanların Kullanımı Üzerine Toplumsal Yargılar

Bazı hayvanların yenilebilir, bazılarının giyim veya yarış gibi alanlarda kullanılabilir, bazılarının ise sevilebilir olduğu yönündeki tez günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu tezle birlikte, bu yargıları ve değerleri koruyan toplumsal kurumlar da vardır.

Örneğin, din kurumu bunlardan biridir. Bunun yanı sıra, hâkim sistem de bu tezin geçerliliğine zemin hazırlamaktadır. Yeterince irdelendiğinde, bu sistemde ataerkinin ve tahakkümcü tutumun izleri açıkça görülebilir.

Foucault, Agamben ve “Biyoiktidar” Kavramı

Toplumsal kurumların tamamı, mevcut egemen yargıların sürdürülmesinde işlevsel birer faktördür. İnsan-dışı hayvanların bedenine dair bir okuma yapmadan önce, insan bedeni üzerinden kurulan söylemlere bakmak bu yazının daha net anlaşılması için faydalı olacaktır. Bu noktada özellikle Foucault ve Agamben’in yaklaşımları önemlidir. Her iki düşünür de iktidar ile iktidar altında konumlanan özneler arasındaki ilişki çerçevesinde bir çözümleme sunar.

Photo by Dan Hamill on Pexels.com

Bu çözümlemeye göre, merkezi bir özneye indirgenemeyen iktidar, bireylerin bedenleri üzerinden normlar ve söylemler üretir. Doğumun nasıl gerçekleşeceği, bireylerin kaç çocuk sahibi olunacağı, kadın ve erkeğin nasıl görünmesi gerektiği, hangi kıyafetin ne zaman ve nerede giyileceği gibi birçok pratik, iktidar ilişkileri doğrultusunda biçimlenir. Foucault bu durumu “biyoiktidar” kavramıyla açıklar. Biyoiktidar, iktidarın yaşam ve ölüm üzerinde karar alma yetkisine sahip olduğu bir egemenlik biçimidir.

Agamben ise bu düşünceyi bir adım ileriye taşıyarak “çıplak hayat” (bare life) kavramını ortaya koyar. Ona göre toplum, biyopolitik bir temelde sınıflandırılır. Bu sınıflandırmanın temelinde Antik Yunan’dan alınan “zoe” ve “bios” kavramları yer alır. Zoe, yalnızca hayatta kalma düzeyinde var olan, hukuki statüsü bulunmayan sığınmacılar, mülteciler ve benzeri bireyleri tanımlar. Bu bireyler, siyasal topluma tam anlamıyla dâhil olamayan, dışlanmış bir “biyo-kitle” olarak konumlanır.

Peki Ya İnsan-Dışı Hayvanların Bedenleri?

Hayvanların, kendi yaşamlarını fark edebilmeleri, duyu organlarına sahip olmaları ve hissedebilmeleri nedeniyle etik birer özne olduklarını kabul etmek bu yazının ön kabulüdür.

Photo by Kat Smith on Pexels.com

İnsanlarda olduğu gibi, bir hayvanın nerede bulunacağına, yaşayıp yaşamayacağına, yavrusundan ayrılıp ayrılmayacağına, etik açıdan bir insandan daha değersiz olup olmadığına, yemek olarak tüketilip tüketilemeyeceğine, iklimine uygun olmayan yerlere taşınıp satılabileceğine ve ne tür bir kategoriye (sevilmelik mi, yemeklik mi, giyilmelik mi) ait olduğuna karar veren bir biyoiktidar vardır.

Bir insanın yıllık ortalama 400 hayvanın sömürülmesine ve ölümüne doğrudan neden olduğunu bildiğimizde; hayvansal gıda tüketiminde bulunan herkes aslında 400 kişilik bir grubun biyoiktidar öznesi değil midir?

Etik Çelişkiler ve Toplumsal Normlar

Bu bağlamda, bir hayvanın bedeni söz konusu olduğunda kedi-köpekler sevimli bulunurken; annesinden zorla ayrılan bir buzağının “sevimsiz” görülmesi ya da bu ayrılığa karşı çıkılmaması, etik değerlere hiyerarşik bir düzen sokmaz mı?

Photo by cottonbro studio on Pexels.com

Hayvanların yaşamı ve ölümü üzerinde karar veren biyoiktidar öznesi, aynı şeyi başka özneler aracılığıyla kendi yaşamında da görmektedir. Bu basamaklar arasında bilişsel ve toplumsal bir çelişki bulunur.

Eğer birey, insanın da insan-dışı hayvanlar gibi kullanılmasında bir sorun görmüyor ve bunu pratiğinde de sürdürüyorsa, bu çelişki ortadan kalkmaktadır. Ancak toplumsal normlar bir yana, hukuk ve adalet sistemi insanı önceliklendirir. Bu nedenle birey, tüm yaşamı boyunca bu çelişkiyi deneyimleyecek; ancak hayvansal tüketimi sonlandırdığında bu etik karmaşadan kurtulabilecektir.


Yeni yazıların e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Bizi Instagram’da Takip Edin!

AliveSouls'a ücretsiz abone olun!

Güncel yazılardan ve haftalık bültenden anında haberdar olmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin